GÜVERCİN KANADINA YAZILAN MEKTUP....

"bu bir mektup.kuş, güvercin kanadına yazıldı.kimin vicdanına konarsa o okusun diye.ölüm üzerine... mayın üzerine... kürt meselesi... türk meselesi üzerine. güzel kelimeler... ve çirkin kelimeler üzerine. ölüme doğru yapılan bu korkusuz koşudan korkuyorum. mayınlarla parçalanan kardeş cesetleri odamda, yanıbaşımda duruyorlar. yazdığım her kelimeye daha bir dikkatle bakıyorlar. onlar dün parçalandılar. yazıklar olsun diye başlıyor aklıma gelen her cümle şimdi. yazıklar oluyor zira, insanın biriktirdiği en güzel şeylere. yazıklar oluyor, bir çocuğun kürtçe, türkçe veya her ne hal ve her ne dilde ise gülümsemesine... her silah öldürür ama mayından kahpesi yoktur sevgiliye hediye almaya, pazar alışverişine çıkmaya, bir bebek sahibi olmaya, sigarayı bırakmaya, piknik yapmaya, bir insanı her şeyden çok sevmeye.... yazıklar oluyor... yazıklar oluyor hayatın bizzat kendisine. yapmayın! mayınlar döşemeyin geleceğinizin güzergáhına. bu kalleşin ne zaman patlayacağı belli olmaz. bazen yıllar sonra, bir küçük kız çocuğu çiçek toplarken denk gelir, bazen yirmi yaşındayken ve daha önce hiç görmediğin bir yerde, daha önce hiç tanımadığın insanların arasında hem anayasal hem siyasal hem mukaddes bir yolculuk sırasında.... insanoğlu her melaneti icat etti; ama mayından kahpesi yoktur. her silah öldürebilir, her zaman öldürme potansiyeli taşır; ama mayın mutlaka öldürür. mayın ıskalamaz! o birini mutlaka öldürür! uğursuz bir pusuya yatar ve patlayana kadar, bir can üstüne basana kadar bekler. insanın icat ettiği en çirkin şey silahtır. ve silahların en çirkini mayındır! sebebini unuttum kavganın ve umurumda da değil siyasi tartışmalar. bir tek şey için dua ediyorum her gece, her gündüz: kimse genç ölmesin dağlarımızda. en güzel kelime ’barış’ artık soytarı kelime silahlar susmadan sebebi konuşmaya imkán da yok lüzum da. aklın sesi, akılsızlık susmadıkça duyulmuyor. ve o zaman akla sadece durun demek geliyor. hemen şimdi durun! hiçbir haber geçmiyor ajanslar artık, ölümsüz. içinde acı olmayan gecemiz yok.. ne oldu diyorum yine, kim hangi korkunun, hangi uğursuz hesabın peşinde diye... barış artık soytarı bir kelime... her ağızda var; ama hiçbir yerde yok. nerede bu barış? o, insanın icat ettiği en güzel kelime. ama kelimelerle ne isterseniz onu yaparsınız. barış dersiniz; ama savaş manasınadır. hatta bütün savaşlar barış için yapılır. ve herkes adil bir barış için savaşır. ve akıl der ki, aslında savaşmıyorsanız barışmaya başlamışsınız demektir. bir barış için yapılması gereken ilk ve belki de tek şey savaşmamaktır. silahlar patlamaya başlamışsa orada insanın bulduğu güzel kelimeler orayı terk eder. sevdadan gayrısına ağıdımız olmasın kelimeler de ölür bazen... ve kelime cesetleriyle yaşanmaya başlar hayat. o kelimelerin, o cesetlerin... nece olduğu, yani bu ölülerin ölürken son nefeslerinde hangi dilde konuştukları artık akılsızlığın gölgesinde soğuyan hayatın, yaşamanın ta kendisidir. ölen yirmisindedir. artık, ardından söylenen ağıtlar kalır. ve anadolu’da ağıt sıkıntısı yoktur. kürtçe’de de, türkçe’de de binlerce ağıt vardır. hatta aynı ağıtın hem kürtçe’si hem türkçe’si vardır. yürek yakmak iyi bir işse, ikisi de eşit derecede yürek yakmaktadır. ama yüreğimizde artık dağlanacak yer kalmamıştır. sevdadan gayrısına ağıdımız olmasın artık. şimdi hepinizin huzurunda yalvarmak istiyorum. gördüm anladım, yapacak hiçbir şey kalmadıysa yalvarıyorum işte. kendimi küçük düşürmek istiyorum. taviz vermek istiyorum. kimin elinde bu kanı durduracak bir güç varsa, ister şeytana tapsın ister puta, ister bir tek allah’a... dizlerimin üstüne çöktüm yalvarıyorum kimin dudaklarının ucundaysa bunca gencecik hayat, ben ona yalvarmak istiyorum. ne olur? bu işi durdur. ben siyaset miyasetten bahsetmiyorum. dizlerimin üstüne çöktüm, "bu genç ölümleri durdur" diyorum. kimse ateş etmesin kimseye. hiçbir gerekçeyle. hatta kendini savunmak için bile... çünkü savunmaya başlayana kadar masumsun ve masum güzel bir kelime, masum kal... kim hangi mayının yerini biliyorsa yalvarırım söylesin. bir káğıda yazsın, bir şişeye koysun, suya salsın söylesin. kim hangi mayının yerini biliyorsa, kimin gücü yetiyorsa olası ölümlere engel olmaya, ona yalvarıyorum işte. ister şeytana tapsın ister puta, ister oralı olsun ister bizim buralı. gücü yetiyorsa eğer durdursun bu işi. ben, bir yurttaş, bir insan olarak kendimi küçük düşürüyorum. işte açık açık yalvarıyorum, durdursun durdurmaya gücü yeten. süresiz ve sonsuza kadar. yalvarıyorum. dizlerimin üstüne de çöktüm ve ağlıyorum işte. yazgı birini kışlaya birini dağlara götürmüş sonra sabahlara kadar tartışalım. ama şimdi durdur. yalvarırım. gençler, çocuklar ölüyor, hepsi kardeş, hepsinde aynı muska, aynı yazgı, aynı televizyon, aynı futbol, aynı hayat... hepsinin gerisinde dualara bürünmüş paramparça bir sevdalı. hepsi genç, hepsi güzel... hepsi türk, hepsi kürt... gençler... yazgının biri kışlaya, diğeri dağlara götürmüş... kürtçe’de "cehel" derler. kulağa cahil gibi gelir; ama "henüz bilmez" manasındadır, henüz yolun başında manasında... yalvarırım ne olacak... benden ne eksiltecekse bu yakarış eksiltsin, maksat hayat çoğalsın bu dünya cennetinde. bir yangında hep güzel kelimeler yanarken, çirkinleri hayatta kalır... kınamak, sövmek, hangi haklı gerekçeyle olursa olsun yangına körükle gitmek. ben kimseyi kınamıyorum, ben kimseye sövmüyorum, ben bu işin tamamını sevmiyorum. kurtulalım istiyorum bu vebadan. kimseyi haklı bulmuyorum, kimseyi haksız bulmuyorum. küstüm. ’mırın’ denir kürtçe’de ’ölüm’dür türkçe’de konuşmuyorum bu konuyu... silahlar susana kadar "silahlar sussun"dan başka konu konuşmak istemiyorum... istemiyoruz. ölmenin, öldürmenin hiçbir türünü, çeşidini sevmiyorum. ben genç bir hayat kurtulsun istiyorum her tür kavgadan. hatta kavgayı öven şiirlerden bile uzak dursun istiyorum. her çocuk çirkin kelimelerden uzakta yaşasın istiyorum. eğer o kelime çirkinse, çirkinin hizmetindeyse, kürtçe söylemişin, türkçe söylemişin çıfayda... hiçbir dil çirkin bir kelimeyi güzelleştiremez. ölüm her dilde çirkin bir kelimedir. "mırın" denir kürtçe’de. anadolu’da konuşulan bütün dillerde karşılığı vardır. bunların içinde resmi olan "ölüm"dür. türkçe’dir. ve ölüm kelimesi, resmi ya da gayri resmi her dilde eşit derecede çirkindir. "yaşam"a gelince.... kelimelerin en şahanelerinden. içi açık açık ve kelimenin her manasıyla "hayat" doludur... ve hayat, varlığından emin olduğumuz tek şeydir... dil, bir oluşlar zincirinin sonucudur kürtçe’de "jiyan" denir. yaşam, her dildeki en güzel kelimedir. belki bir tek rakibi vardır, o da "aşk"tır elbette. aşk... kürtçe’de "evin" denir. bu kelimelerin içinde resmi olan "aşk"tır; ama aşk kelimesi her dilde eşit derecede güzeldir. anadolu’da en az iki kişinin birbiriyle konuşup anlaştığı bir dil varsa ben onu bile öğrenmek istiyorum. sadece iki kişi bir dil icat etsin, ben çok merak ederim onu. çünkü bu iş öyle kolay değildir. dil yani lenguiç, çok geniş ve karmaşık bir sesler organizasyonudur. ve bir dilin oluşması, hiç kimsenin tasarlamasına imkán bulunmayan ve yüzyıllar boyu süren bir olaylar, oluşlar zincirinin sonucudur. bazı insanlar başka seslerle, bazıları başka seslerle anlaşırlar... o sesler onların bünyelerinden, yani hayatlarının, kuşaklar boyu yaşamışlıklarının içinden süzülerek akar. sonuç her zaman mükemmeldir. çünkü bir dilin yapımında milyon, milyar insanın katkısı vardır ve bu katkı o insanlar yaşadıkça devam eder. ’acı’nın yanına ’şifa’ ’intikam’a ’bağışlama’ işte bu yüzden bütün diller, insanoğlunun en büyük, en mucizevi eserleridirler. ve dil akışkan bir şey, düpedüz bir nehirdir. bünyesine uyan her su içine akar. her dilde başka dilden göçmen kelimeler vardır. onlar o dilin yurttaşı olurlar sonra. buna bazısı yozlaşma der; ama "yozlaşma" zaten çirkin bir kelimedir. güzel dil ya da çirkin dil diye bir şey yoktur. hepsi şaşılası bir kolektif çabanın ürünü, birer insan harikasıdır. güzel kelimeler vardır, çirkin kelimeler vardır. ve bunlar bütün dillere eşit sayıda yayılmıştır. her çirkin kelimenin yanına bir tane iyisini eş edeceğiz. "acı"nın yanına "şifa", "zor"un yanına "çaba", "intikam"ın yanına "bağışlama".... "ölüm"ün yanına "hayat"! sivil olan, sivil hakların geliştirilmesini isteyen bir yurttaş, silaha hiçbir zaman elini sürmemelidir. haklılığını sivilliğinden alan kişi sivillikten vazgeçerse haklı olmaktan da vazgeçer... resmi olanı türkçe’dir ama hepsi özgürdür artık sivil de değildir haklı da. bir dilde manası çirkin olan, yani çirkin bir şeye isim veya duruma sıfat olan kelime sayısı artmışsa işte o zaman o dil, evet "yozlaşıyor" demektir. dil yani lenguiç, iyi kullanılmazsa tehlikeli olur. çünkü dil, her türlü kullanıma müsait mükemmel bir ses organizasyonudur. insanları başkalaştırır. ama "başka"dan korkmaya gerek yoktur. "başka" güzel bir kelimedir. çünkü aslında aynı dili konuşan, konuşmayan herkes "başka"dır. ve başka, başkalık güzeldir. başkasının başkalığıyla birleşiriz ve bu birleşme bazen aşk diye patlar. ve aşk nerede olursa olsun kendisi dışındaki her şeyi önemsizleştirir. biz kendi bahçemizdeki dillerin hepsini bilek, öğrenek, bir de üstüne ingilizce, fransızca filan çakıp dünyanın karşısına çıkak. diyek ki bizim bahçede insanoğlunun şu kadar senede imal ve muhafaza ettiği diller, hazineler var! süryanice var, keldanice var, daha araştırsak bulacaklarımız var... bunların içinde resmi olanı türkçe’dir. ama hepsi türkçe kadar özgürdür diyelim. kürtçe’yi cendereden türkçe kurtaracaktır (hem belki diğer dişlerini de yaptırmasına yardım edebiliriz şu tek dişli, tek taşlı medeniyetin.... "biz"i düzeltirsek herkesi düzeltiriz.) hepimizin eşit derecede duyacağı bir gururla dünyaya diyelim ki: bizzat türkçe’nin kendisi diğer dillerimizin güvencesidir. çünkü onları özgürleştiren şeyler türkçe yazılacaktır. türkçe bizim ortak dilimizdir ve ortak kimliğimizi oluşturur. ve türkçe, güzel kelimeleriyle her şeyi iyileştirebilir. kürtçe’yi bu cendereden çıkarabilir. alır bu mezopotamyalı kardeşini, önce yaralarını iyileştirir. onu özgürleştirir... kürtçe’yi, korku salan, öfke çağrıştıran bir meselenin parçası olmaktan, bu hiç hak etmediği yankısından türkçe kurtaracaktır. çünkü dil güncel bir mesele değildir. güncel bir kavganın konusu olması, hiç hak etmediğimiz bir trajedidir. ve kavga da (ki kürtçe şer denir), trajedi de (ki ona kürtçe’de de trajedi denir) çirkin kelimelerdir. elbette bütün kelimelerle ilgili kullandığım "güzel" ve "çirkin" kelimeleri tırnak içindedir. bazı tırnak kalın, bazısı incedir; ama hepsi tırnak içindedir. çünkü asıl güzel olması gereken, kelimelere yön veren mekanizmadır ve bildiğim kadarıyla ona da akıl denir. takatimin sonundayım elimde sade kelimeler akıl dilin patronudur ve hiçbir zaman ve hiçbir koşulda yetkilerini akılsızlığa, öfkeye devretmemelidir. bu bir mektup. kanamalı bir güvercinin kanadına yazıldı. hangi yüreğe konarsa o okusun ve bu ölümcül gidişi durdurmak için yapabileceği bir şey varsa hemen şimdi yapsın diye yazıldı. ölüm üzerine... mayın üzerine yazıldı. kürtçe meselesi, türkçe meselesi üzerine bir yakarış bu. ben... yani kalemden başka silah, vicdanından başka pusula tanımayan, bilmeyen ben... ne elimde dünyayı kurtaracak bir bilgi var, ne düşleri aydınlatacak bir lamba... elimde sade kelimeler... dizlerimin üstüne çöktüm, ağlıyorum. takatimin sonundayım ve durun diyebiliyorum sadece. yalvarırım... durun! durdurun!" yılmaz erdoğan

Ramazanda Ametlide Fıkralar

kırek memet geçimini ametlide çamur ve sazlardan tuğla yapıp satarak kazanan bir adammış , bir ramazan gününde bütün gün uğraşıp yaptığı tuğlaları kuruması için güneşin altına bırakmış, gün içinde birkaç kere gidip bakmış ooh süper kuruyor, akşam gelip toplarım demiş, eşşeği de buraya bağlayayım, yüklenir götürürüm tuğlaları. tam evine gelmiş bi yağmur bi fırtına, bi gitmiş tuğlaları bıraktığı yere, hepsi çamur olmuş tabi, eşeğe de yıldırım düşmüş ölmüş. adam da çok sinirlenmiş çok kızmış, kös kös dönmüş eve iftar yapmaya. ezan okunmadan beş dakika önce dalmış çorbaya.

- nasıl allahım bu da senin gücüne gitmiştir.

bi kaşık çorba daha çekip:

-eşeği de kurbana saymayan memeti siksinler

not: memet sana kaç defa oruç tutma dedik ametliyi sel basıyor her oruç tuttuğunda

üç soru üç cevap


Bir gün Mevlana’ya felsefe ile meşgul olan bir grup insan geldi. İmani konularda soruları vardı. Mevlana, bu felsefecileri Şems-i Tebrizi’ye gönderdi.
Felsefeciler Şems’e geldiklerinde, O, talebelerine, bir kerpiç üzerine nasıl teyemmüm edileceğini gösteriyordu.
Gelenlerden biri, en çok takıldıkları üç soruyu, peş peşe sıralayıverdi:
1- Allah var dersiniz, ama görünmez, gösteremezsiniz; gösterin de inanalım!
2- Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonrada Cehennem’de ateşle ceza verilecek, dersiniz. Ateşten yaratılmış şeytana, ateş acı verebilir mi?
3- Ahirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının karşılığını görecek, diyorsunuz. Rahat bırakın şu insanları istediklerini yapsınlar…

Sorular biter bitmez Şems, elindeki kerpici, soruları soran felsefecinin kafasına vurdu.
Felsefeci hemen kadıya gitti ve Şems’ten şikayetçi oldu.
“Ben soru sordum, O bana kerpiçle vurdu!” dedi.
Şems-i Tebrizi de kendini savundu:
“O bana sordu, ben de cevabını verdim.”
Kadı bu işi açıklamasını isteyince de şu açıklamayı yaptı:
“Efendim, bu adam, ‘Bana Allah-u Teala’yı göster.’ dedi. Ben de elimdeki kerpici başına vurarak sorusunu açıkladım. Şimdi başının ağrıdığını söylüyor. Bana başının ağrısını gösterebilir mi?”
Adam şaşırdı ve,
“Ağrı gösterilir mi? Ancak hissedilir!” dedi.
Şems de taşı gediğine koydu:
“İşte, nasıl varolan ağrı gösterilmezse, Allah’da vardır, ama göze gösterilemez demek istedim!”
Şems savunmasına şöyle devam etti:
“Bu adamın ikinci sorusu, ateşten yaratılmış olan şeytanın ateşle nasıl cezalandırılacağı idi.Ben bunu açıklamak içinde başına topraktan yapılmış bir kerpiçle vurdum. Başı acıdı, ağrıdı. Oysa ki kerpicinde kendisi gibi asıl maddesi topraktır. Nasıl toprak toprağa acı veriyorsa, ateş de ateşten yaratılmış şeytana azap verecektir. Üçüncü sorusu da ‘Bırakın insanları, isteyen istediğini yapsın; niçin ahirette yapılanların karşılığı verilecek, diye korkutuyorsunuz?’ şeklindeydi. Ben de ona canımın istediğini yaptım. Ama bundan hoşlanmadı ve beni size şikayet etti.”
Felsefeciler bu açıklamalar karşısında ne söyleyeceklerini bilemediler ve çok mahcup oldular.

Onların ayakları yok ki...

Fillere denk geldi telaş içinde hızlı hızlı koşuşan tavşan.Kaçmalarını söylüyordu fillere kaçın yanıyor orman ormanımız yanıyor,alevler azgın bir sel gibi ilerliyor kaçın.Kaçın diyordu filler;gördükleri ceylanlara yanıyor ormanımız,ağaçlar,bitkiler canlılar aleve yakalanan her şey yanıp yok oluyor kaçın kurtarın kendinizi.

Alevler içindeydi orman nasıl olmuştu nerden çıkmıştı anlaşılamadı bir anda alevler sardı her yanı ve önüne ne gelirse yakıp yıkıyordu.Yok oluyordu o güzelim yeşillikler,kuşların yuvaları yok oluyordu,yanıyordu aslanların evi ağaçlar hiç yaşamamış gibi yok olup gidiyordu.Tavşan file,fil ceylana,ceylanlar kaplumbağalara kaçın diyordu kurtarın kendinizi.Bütün orman telaş içersinde bir yandan diğer yana bilinçsizce hareket ediyordu.Kaçanlar kurtulduğuna sevinemiyordu dahi geri de kaybettiklerini düşünüyordu; evlerini,yavrularını dünyalarını kaybetmişlerdi.Geride kalanların ise düşünecek bir şeyleri kalmamıştı zaten onlar yok olmuştu.Telaş içersinde koşturur iken hayvanlar bir ses duyuldu;nereye gidiyorsunuz bu telaş nedir böyle?Asırlık ulu çınarın sesiydi bu.Yanıyor dedi hayvanlar hep bir ağızdan ormanımız yanıyor ve bu koşuşturma onun içindir alevlerden kaçmak canımızı kurtarmak için.Ya ben nasıl kaçayım bizler nasıl kaçalım dedi ağaç;bizlerin ayakları yok ki biz ne yapalım?Kimse düşünmemişti onları nasıl kurtulacaklardı?

Ulu ağacın yakınlarına kadar gelmişti alevler ve bir bir yanıyordu arkadaşları.Otlar,çalılıklar,ağaçlar kaçabilme meziyeti olmayan tüm canlılar yanıyordu.Dallarını sarmıştı alevler ulu ağacın, tanrım dedi;benim niye ayaklarım yok,ben nasıl kurtulayım?Seni özel kılan onlardır dedi tanrı;sen kaçsa idin eğer ne önemin kalırdı,insanlar sana ne değer verirdi bir düşün.Yanan yer yanar sen yeni yerinde yaşamaya devam ederdin o zaman insanlar sana niye değer versin,seni korusun ki?Peki dedi ağaç haklısın tanrım;ya onlar bunu bize yapanlar evimizi yakan,bizi ölüme mahkum edenler ne olacak onlarda insan değil mi?Onlar dedi;işte senin ayaklı olanların bak onlara hiçbir değerleri yok…

M.KESKİN

SANA DEĞİL YAZDIKLARIM...

Yazdıklarımın hepsi bana, yazmadıklarım ise sanadır. Yanlış anlama yazamadıklarım değil yazmak istemediklerim, layık görmediklerim. Şiirlerim, sözlerim hepsi ben ve benim gibiler, yazmadıklarım ise sanadır.
Aç ve yoksul insanlaradır dinlediğim şarkılar, dilimdeki umut türküleri sana değil. Ben ve benim gibiler için yazdı Nazım şiirlerini ve biz onları aşk ile sevda ile söyledik; sen sakıl ola ki ağzına dahi alma onları. Irakta, Filistin de ölen çocuklar, ağlayan analar içindir gözyaşlarım sana değil; okuduğum kitaplarda onlar var ve sade onlar sen ve senin gibiler asla değil. Sen paranın ve saltanatın düşkünü, sen temiz kalpler düşmanı, masum aşklar katili, kirli dünya insanı yoktur bende sana ait bir parça. Çocukların katili, anaların gözyaşı sebebisin sen, ormanları yakan, denizleri kirleten aşağılık bir yaratıksın. Ben ve benim gibilerin senledir savaşımı ve bu savaş yeni değil insanlığın günümüze taşıdığı ve bundan sonrasına taşınacak bir savaştır.
Bir gün son kadında doğurmayıncaya kadar,son ağaç meyve vermeyi bırakıp,son erkek bir kadını sevmekten vazgeçinceye ve ozanlar umut türkülerini söylemeyi bırakıncaya kadar sürecek bir savaş bu…..

M.KESKİN

Picheus Yılın Haberi : Gerdekten kadının belini kırdı

Gerdekte gelinin BELİNİ KIRDI
Görücü usulüyle evlendirilen çoban, ilk gece azgın boğa gibi saldırdı Gözünü hastanede açan gelin, "Beni o adama vermeyin" diye yalvardı
Köylüler acıyıp evlendirdi
ÇOBAN Musa, kendini bildi bileli köyün çobanıydı. Artık 40 ına merdiven dayamıştı. Sabahın ilk ışıklarıyla hayvanları meraya götürüyor, akşam hava kararırken köye dönüyordu. Köyün dışındaki tek göz kulübesinde yalnız başına yaşıyordu. Musa nın durumuna acıyan köyün yaşlıları, onu kocası trafik kazasında ölen ve genç yaşında dul kalan Fadime ile evlendirmeye karar verdiler. Musa nın ve Fadime nin bu karara itirazı olmayınca, hemen düğün kuruldu.

Karyoladan yuvarlandılar
GELİN ile damat, düğünden sonra odalarına kapandılar. Ancak çoban Musa, daha odaya girer girmez Fadime ye saldırdı. İlk başlarda bu Fadime nin de hoşuna gitmişti. Oda adeta savaş alanına dönmüştü. Bir ara nasıl olduysa ikisi birden karyoladan yuvarlandılar ve 90 kiloluk Musa nın altında kalan Fadime acı bir çığlık attı. Belinde müthiş bir ağrı vardı ve kıpırdayamıyordu. Musa hemen köylülerden yardım istedi. Fadime apar topar kasabaya hastaneye götürüldü. Yılların birikimiyle saldırmış! n TAZE gelinin yapılan muayenesinde belinde kırık tespit edildi. Gözünü hastanede açan ve belki de bir daha yürüyemeyecek olan Fadime, iki gözü iki çeşme ağlayarak, "Beni bir daha o adama vermeyin" diye doktorlara yalvarırken, hastane polisi de Musa nın ifadesini aldı. Şaşkınlığını üzerinden atamayan çoban Musa, "Hep yalnız yaşadım. Elime kadın eli değmedi. Yılların birikimiyle saldırmışım. Gerisini hatırlamıyorum" dedi.


Kaynak:Gaztesok

Mezopotamyadan alacahöyüye oradan da ahmetliye uzanan bir serüven...

Ametli uzun yıllar boyunca alacahöyükten göçler almıştır. Alacahöyükten göçlerin buraya gelinmesi 1071'e kadar dayanır. 1071'de anadolunun kapısının türklere açılmasıyla birlikte eski bir kültür merkezi olan mezopotamyadan başka bir kültür merkezi olan alacahöyüğe göçler başlamıştır. Başka yerleşecek hiç bir yer kalmamış gibi buradan da ametliye yerleşmişlerdir. Rivayete göre K. Kuru Guru dedeleri "mezopotamyayı bırakmayın etmeyin tutmayın burası iyi, sulak. Bundan 850-900 yıl sonra buradan petrol de çıkaraklar!" demiştir. Ki zaman Kuru guru dedenin doğruluğunu ispatlamıştır.
Kabileler halinde yaşayan bu göçebe topluluğu guruları vardır. Kanaat önderi gibi olan bu gurular topluma refah sağlar her türlü teknolojiyi takip etmekle sorumludur. Eskiden kılıç ve içindeki metaller üzerine barut formülü üzerine yoğunlaşan gurular günümüzde ise bilişim sektörüne atılmışlardır. Dünyanın teknoloji devlerine yazılım geliştirme ve donanımı üretimi konusunda yardım etmektedir. Burjuvazinin türkiyede oluşmasını sağlamışlardır. Komünizmi bir hayat şekli olarak benimseyen bu topluluğun bugün ametlide çok geniş topraklarda çiftlikleri bulunmaktadır.


 Rivayetlere göre google işbirliği yaparak microsoftun bir açığını buldular..tüm lisanslı windowsların yıldızlarını maviden kızıla cevirerek kamuya ücretsiz hale getirdiler..
             "Çanlı Mezopotamya Uzmanları"
Sadece teknolojiyle yakın olmayan bu topluluk dine ve mistisizme dayalı teolojiyle yakından ilişkilidir. Tek tanrılı dini benimsemişlerdir. İslamiyeti komünizmle birleştirmişlerdir.

Çiftliklerinde ibadethane olarak sadece cami bulunmuyor camiye ek olarak sinagog ve kilise de bulunuyor.

Dini seven bu topluluk fotoğraf çekmeyi ve artistik pozlar vermeyi çok seviyor. Yandaki fotoğrafta görüldüğü gibi din ve fotoğrafçılığı tek bir pota içinde eritmişlerdir.

4 minareli caminin yapımı yaklaşık 2 yılda tamamlandı. Dışı ve içi italyadan getirilen özel mermerlerden oluşuyor. Girişte 2 tane büyük heykel bulunuyor. Bu heykeller artemis ve athena heykeli.

İnançları gereği her yemekte içerler yemek sonrası haftanın 6 günü içki içilir 1 gün ise halı saha maçı yapılır. Bu gelenek yıllar içinde değişegelmiştir. İlk başlarda spor yapmak amacı ve  dinin etkisi altındayken sonradan eğlence ve zevk haline dönüşmüştür.





Fotoğraftakiler (Soldan sağa):
K. Hüdaverdi Kesk
K. Adile Kesk
Junior K. Binnaz Kesk
Bu fotoğraf insanı gerçekten kıskandırıyor. Bu yaşına gelmiş ve hala çok iyi geçinen bir çift ve teknolojiye merakları...










Teknoloji devlerine hizmetten başka diğer büyük giyim şirketleriyle anlaşma içerisinde olan topluluk korozyon, abibas, mayk, kesk gibi şirketlerin çözüm ortağı ve ar-ge destekçisidir.

Dünya çağında ithalatlar yapan topluluk başta İtalya, Almanya olmak üzere pek çok pazara kıyafet satmaktadır. Rusyadan aldığı gücü içinde hisseden toplum çok yüksek borsa değerleri olan hisselere sahiptir.

Günlük geliri 8 milyon  $ olan hisseler ile dünya pazarını elinde tutuyorlar.





Fotoğraflarla Toplumları:


Bu yazı picheusların ruhu için yazılmıştır. Herhangi karalama amacı içermez ve kolpadır.

Acimasiz Gerçekler - Chat zorlu maraton

Sprittan yeni bir acımasız gerçek! Chat zorlu bir maraton nazlıya ya da merte yazıyorsun. Webcamle görüşme yapıyorsunuz size sorular soruyor alltaki şıklarından birini cevap olarak gönderiyorsunuz. Ben nazlıya yazdım doğal olarak. En sonuna kadar dayanana bir sürprizi var. Size striptiz bile yapıyor nazlı :P Sitenin adresi : http://www.acimasizgercekler.com/
Siteden kendiniz tshirtte alabiliyorsunuz. Ama şimdilik stok kalmamış. Tasarımları çok güzel ve üzerlerinde tescilli internet çapkını yazıyor. Bunu biz yapsaydık kesin üzerine "tescilli online abaza" yazardık.
Sitede chatin zorlu bir ortam olduğunu ve avatar güzellerinin gerçekten ne  kadar güzel olduğunu göstermeyi amaçlıyor. İnternet böyle bir ortam işte :D Siteden çapkınlığınızı sertifikalayabilirsiniz. Ayrıca bu işte ben kötüyüm diyenler  internet çapkının başucu rehberini ücretsiz olarak indirebilir.

Siz siz olayın webcamli görüşmede bile karşınızdakine güvenmeyin

İtirazı olan var mı? Konu başlıklı spriteın acımasız gerçekler videosunu izlemek için tıklayın
Vodoo büyüsü yapmak için tıklayın

picheus_homini bizim adımıza çapkınlık sertifikasını almış. başarılarının devamını diliyoruz.

made in france..majorette..


Dünyanın en güzel oyuncağı ya da bazı koleksiyoncular için en değerli parçaları..hala daha internette fiyatlarına bakıp ulan on onbeş tane alsam mı dediğim kırtasiyedeki dönen dolapta asılı olan rüyalarıma giren oyuncak..

 
özellikle 80 sonrası doğan çocukların matcbox larla kıyaslaması hala sürmekte..en sevdiğimiz arkadaşlarımızla halı desenlerinin üzerinde kendi dünyamızı kurar o arabanın direksiyonuna geçer hıınn hıın diye ses efekleri verirdik..virajlarda hafif bastırır merkezkaç ı çocuk aklımızla uygulardık..en sonunda toplanır divan altına bazıları da misafir çocuklarına arzu nesnesi olarak kudurmaları için vitrinlerde sergilenirdi..



hatta mahallede bir arkadaşım cüneyt arkının filminde uçurumdan düşen arabanın altında majorette yazıyo demişti..ne oyuncakmış yahu..


altı gri metalle kaplı olur made in france,majorette ve arabanın modeli yazardı..bazen majorettelerin gerçeklerini gördüğümde içimde çocukluktan kalmış bir esinti beni alıp götürüyor..

fiyatları hala daha emsallerine göre pahalı..ayrıca çocukluğumdaki kalite de değiller..gittigidiyor' dan ilgilenenler ulaşabilir..son yıllardaki çin emekçisinin durdulamayan yükselişi majorettileri de vurdu ve zaten az olan satıcılar hepten yok oldu..



çok güzel günlerdi majorettilerle oynadığım günler..onlarla oynarken yaşadığım duyguyu hiç bir bilgisayar oyunu yaşatmadı..ve eminim ki majorettelerle oynayan çocukların oynamayanlardan çok büyük farkları var..1 e 64 küçülen bu arabalar ufacık yüreklere büyük tutkular yerleştirdi zamanında..



Kendisini solcu olarak tanımlayan kürt milliyetçiliği!


Son günlerde değinmek istedim istedim istedim... ama ne yazacağımı nerden başlayacağımı, nerde bitireceğimi, sınırlarımı belirleyemedim. Öyle doğaçlama bir yazı yazayım dedim.

Solculuk-sağcılık 70lerden beri aktif olarak ülke siyasetinden kır kahvesine kadar her yerde konuşulan bir şey. Sağda milletçiler ve din kesimi solda aydın diye geçinenler Atatürk'ün arkasına sığınanlar var.

Solda durum gün geçtikte biraz daha ilginç bir hal almaya başlıyor. Hrant ölüyor herkes ermeni oluyor. Kürtleri destekleyen solcu kesim var. Kürt deyince herkes terörist algılıyor böyle olunca daha neyi desteklediğini bilmeyen millet kürtler yerine teröristleri destekliyor. Yok şu haklara sahip olsun deniliyor. Olsun arkadaşım tabiki olsun ama karşılığı... derler.

Yok terörizmi destekleyen solcu, Atatürkçü Solcu, Demokrat solcu, Kürt milliyetçisi solcu, 62'den tavşan yapan solcu...

Sırf ne olmadığını bilmediği kürtlüğü savunan ve solcu diye geçinen arkadaşlarıma sesleniyorum. Kürtçeyi ve kürtlüğü bir özenti olarak görenlere sesleniyorum: Yeter yahu!
Özgürlük barış diye kürtçe şarkıları bangır bangır söylüyorsunuz. Söyleyin! Ama ne söylediğinizi anlayın da söyleyin. Bölünmeye yönelten solcular var.

Hani nasıl bir neslin solcuyum diye geçinen kısmı kapitalizmin yalakası olarak reklamcı oldular ya şimdi bu "sosyalist milliyetçi" arkadaşlarımız da ilerde o duruma düşeceklerdir.
Aslında anlatmak istediğimi tam olarak kelimelere dökemedim. Belki bir kızgınlığın ürünü olarak anlatamıyorum ama demek istediğim halkımızın acıma duygusunu köte yöne yönlendiriyorsunuz. Kürtçe sloganlar atıp 3-5 kelime öğrenerek onların ne istediğini ve ne yaşamak istediğini anlayamazsınız, burada karşı çıktığım ne kürtlük ne kürtçülük ne de solculuk. Sadece çakma solcu ve çakma kürt milliyetçisi solculara lafım.
Neyse lafı fıkrayla bağlayayım fıkradaki isimlere takılmayın sadece fıkra kimseye isimlerlerle laf dokundurmaya çalıştığım falan yok!.

"

Vaktin birinde aynı bugünkü gibi öküzlerle kurtlar varmış. Kurtlar kuvvetli hayvanlardır ancak öküzlerin sayısı çok olduğu ve beraber hareket ettiklerinden kurtlar bunlara yanaşamıyorlarmış. Kurtlar düşünmüş taşınmış"Bu öküzleri nasıl alt ederiz?"demişler.En sonunda akıllarına bir fikir gelmiş.Öküzlere bir elçiler yollamışlar.Elçiler demiş "Efendim,bizim sizle bir sorunumuz yok ancak şu sarı öküz gözlerimizi kamaştırıyor,o yüzden sizlere de musallat oluyoruz.Sarı öküzü verin dost olalım."

Öküzlerin hükümdarı düşünmüş.Sonunda serı öküzü kurtlara teslim etmeyi kabul etmiş.Kurtlar sarı öküzü memleketlerine götürmüş ve bir güzel ziyafet çekmişler.

Aradan zaman geçmiş,beyaz öküz için gelmiş bu sefer kurtlar ve onu da almışlar.Bu defalarca tekrarlanmış.Sonuçta öküzler azalmış ve kurtlar artık izin bile almadan doğrudan öküzlere dalıyor,istediklerini alıp götürüyorlarmış.Öküzlerin hükümdarı durumun bu noktaya geleceğini tahmin edemediği için üzülüyor, dövünüyormuş ama ne fayda.En sonunda öküzlerin başı ve birkaç öküz kurtlardan korunmak için ormanın derinliklerine saklanma yolunu seçmişler.Öküzlerden biri bunun üzerine öküzlerin hükümdarına sormuş:

"Bizim vaktiyle koca sürümüz,kuvvetli bir toplumumuz vardı.Kurtlar bile bizden korkardı.Kavgada onlara galip gelirdik.Ama gelin görün ki bugün ne hale düştük?Biz bu savaşı ne zaman kaybettik sultanım?

Öküzlerin hükümdarı iç geçirir.Bir süre sessizlik olur.Sonra yanıtını verir:

"Biz bu savaşı ilk tavizi verdiğimiz zaman yani sarı öküzü kurtlara teslim ettiğimiz zaman kaybettik."

Mini Card Olayı Nedir? Araştırdım İnceledim Yazdım

Flickr'ın anasayfasında Make Stuff diye bir reklamsı bir şey gördüm. Tıkladım baktım baya orijinal şeyler çıktı karşıma. En çok beğendiğim olay ise minicard'dı. Bu olay 1 fotoğraf kağıdına 6 tane ufak panoramik fotoğraf sığacak şekilde geliştirilmiş.
Ufak fotoğraflarınızı ufak çerçevelere yerleştirip çerçeve haline getirebiliyorsunuz. Bu işin yaratacısı moo'nun internet sitesinde fiyatlarına ve ürünlerin özelliklerine baskı kağıtlarının ağırlığı niteliği kadar detaylı bilgiye sahip olabilirsiniz.

Örnekleri çeşitleyebiliriz. Buraya, şuraya, oraya ve buraya bakabilirsiniz. Resimlerinizi siteye yükleyip detayları belirleyip hazır olarak satın alabilirsiniz. Minicard haricinde yaratıcı kartvizitler, kutlama kartları, posta kartı, etiket, sakız kabı falan vs baya bir şey var. Flickr , facebook resimlerinizi otomatik siteye aktarıp baskı alınabiliyor.


Gel gelelim işin en civcivli kısmına. Bu işi ucuza nasıl getirebiliriz. Bunun için biraz photoshop bilgisi yeterli!.. Fotoğraflarınızı 28X70 mm boyutunda keserek yapabilirsiniz. Kestiğiniz resimleri 10X15 boyutundaki fotoğraflara yerleştirebilirsiniz. Sonra bunu bastırabilirsiniz ve bunlara uygun bir kap yaparak saklayabilir, paylaşabilirsiniz.

Buradan hazırladığım psd dosyasını indirip klavuz çizgilerine göre hizalayabilirsiniz. Bu dosyayı indirip baskı haline getirip, bastırdığınız fotoğrafları kesip minicardlar oluşturabilirsiniz.

tanıtım..kemer..


trakya ile ege arasına sıkışmış her iki yöreyi de kırmayarak ikisinin harmanını oluşturmuş memleketimin tipik örneklerinden biri..küçük balıkçı köyü..benim bağlantım ise dedemin memleketi olması..cümle içinde kullanmak gerekirse "yiyin gari beyaa" açıklayıcı olur sanırım..

Truva'nın komşusu Parion antik kenti üzerine kurulmuş nerdeyse..evlerin temellerinde, duvarlarında üzerlerinde kartal işlemeli mermerleri rahatlıkla görebilirsiniz..


halkın yoğun ilgi gösterdiği uzundere plajı da bi kaç kuşak önce bizimdi diyerek böbürleniyorum her gittiğimde..nasıl bi duygu olduğunu bilmezsiniz tihe..


neysem potur potur bi ses duyduğunuzda kıpırdamayın..bi kaç saniye sonra ilginç bir taşıtla yüz göz olabilir onu ve üzerindeki yapımcısını, şanslıysanız kasasında bir kaç da çocuk gözlemleyebilirsiniz..


cami de ezan okumak için mikrofon başına doluşan çocukların kıkırtısını çok uzaklarda değilseniz ya da bir balıkçı teknesi geçmezse rahatlıkla duyabilir keyiflenebilirsiniz..


yolunuz bigaya düşerse ve fazladan vaktiniz olursa bir yaz günü hem denize girebilir hem de kayak yapabilirsiniz..:D:D ne kayağı ya ha ha abarttım..

tanıtım..aretlikler diyarı..


yedi tepeli şehir..yedi veya daha fazla tepe arasına kurulmuş..iki taraf arasındaki ulaşım köprüler sayesinde yapılıyor..ne tarihi var ne jeopolitik önemi..ne gazete de ne televizyonda ordan haber göremezsiniz..başarılı öğrencileri var ancak hiç bir zaman başarılı öğrenciler oraya gitmek istemez..öyle güzel bir manzarası vardır ki gece..ne izmire ne istanbula ne de başka bir şehire değişmem memleketim çan'ı..



anlatıcak o kadar çok şey var ki bu küçük kasaba için nerden başlasam diye düşündüm ve başlamadım..

eğer bir gün yolunuz çan'a düşerse ;



göletlerde ve havuzlarda su sporları yapın..dalın çıkın....dağcılık için erenler tepesine gidip kaybolmadan dönmeyin(!) hacılar altında drift drag mutlaka yapmalısınız..halk otobüslerinden herhangi birine binerek bir saate şehir turu yapın..çıkıştaki kipa tabelasını görmeden gitmeyin..aksuyumuzdan mutlaka için..kömür işletmesinde dev kamyonları bir kerede dolduran devasa kepçeleri görün..kaynanalar parkında çiçekleri koparın çekirdek kabuğu ve çöp atın..

mustesna ınsanlar



amele olmak gercekten çok mustesna bır ıs. oyle gulup gecebılırsınız ama kalıfıye amelenın dıger sıradan amelelrın gozunde nasıl bır populerıtesının oldugunu asla bılemeyeceksınız. ben nerden mı bılıyorum işte kalıfıye bır amelenın yazısını okuyorsunuz ... okadar ılgınc olaylar yazsıyorsunuz kı ınsaat denen kucuk caplı alnada bazen hayretler ıcerısınde kalabılırsınız. sırf yemekte son karpuz dılımını aldım dıe benden sonra gelen şıvan kod adlı esat amcanın bıcagı böğrüme saplamasına maruz kalıcaktımm. dusunsenıze gazetelerde cıkan mansetlerı şıvan karpuz kalmadıgı ıcın bır ameleyı hunharca oldurdu. bunu da yok sayalım pekı her yoreden ınsanınbu ınsaatte bulunmasından dolayı cesıtlı sıvelere aşina oluyorsunuz bır sure sonra. bi enişte vardı mesela butun gun harç karardı sesı cıkmazdı ama bu sessızlıgı ona soru sordugunuzda sızı gulmekten yerlere yatırabılırdı. en son murat nerde dıe bı soru sordum ve aldıgım cevap oğardaa... oğarda ne yaaaa kala kaldım oysa gotunu donup gıttı soradan krıze gırdım ve ınsaat tayfasında cok populer bı soz halına getırdım bu oğarda lafını... ama şunu da soylemeden gecemıcem ınsaat ortamında mertten daha abaza ınsanlar da gordum yaaa olsem de gam yemem:D adam abazılktan yakında dyuvarı delerse hıc sasırmıcam sözz :D:D